Meme kanseri, meme dokusu içerisinde hücrelerin değişim geçirerek çoğalması, önce bulunduğu yerde sonra vücutta zarar verici bir nitelik kazanmasıdır. Özellikle kadınlarda en sık görülen kanser tipidir. Özellikle batı toplumlarında çok sık görülmektedir. Batı toplumlarında, her 8 kadından birinin hayatı boyunca bir kez meme kanserine yakalanması söz konusudur.
Erken tanının çok önemli olduğu bu kanser tipinin, erken tanı sayesinde kadına zarar vermesini daha az tedaviyle önlemek mümkündür. Bu nedenle dikkat çekilmesi gereken konu hastalığın erken evrede yakalanması için riskli grupların belirlenmesi bu şekilde kadına zarar vermesinin engellenmesidir.
Bu hastalık erkeklerde de kadınlara göre daha az oranda görülebilmektedir.
Meme kanserinin nedeni net olarak bilinmemektedir. Yaklaşık olarak söylemek gerekirse meme kanserlerinin %80-90’ının nedeni bilinmemekle beraber %10 gibi bir oranının nedenleri ailesel ve genetik faktörlerdir. BRCA1, BRCA2 olarak adlandırılan bazı gen mutasyonlarının bulunduğu kişilerde, özellikle 40 yaş sonrasında %70 oranında meme kanseri geliştiği görülmüştür. Bu nedenle ailesinde genç yaşta veya iki taraflı meme kanseri olan ya da erkekte meme kanseri olan ailelerin bu konuda araştırılması çok önemlidir.
Meme kanserine yakalanmış olan kişide bu gen testlerinin yapılması ve bu gen testlerinde pozitiflik bulunması halinde, diğer aile bireylerinin de bu testi yaptırması önerilir. Ve eğer o kişilerde bazı mutasyon denilen genetik değişiklik saptanırsa bu durumda o kişilere önleyici tedaviler yapılması söz konusu olur. Bunlar da, yakın takip ve bazı ilaçlarla memenin korunması ya da bazen her iki memenin de içinin boşaltılması şeklindedir.
Bu ameliyat, basında da yer alan ve Angelina Jolie’nin de geçirmiş olduğu ameliyattır. Bunun dışında kişinin yaşının ileri olması, özellikle menopoz sonrası kişinin kilolu olması bir takım stres faktörleri ya da çevresel faktörlerin de meme kanserini tetiklediğine dair bazı bulgular vardır.
Özellikle zayıf olan ve düzenli egzersiz yapan kadınlarda meme kanserinin daha az görüldüğünü söylemek mümkündür.
Meme kanserinin görülme sıklığı, dünyada bulunulan bölgeye göre değişmektedir. Örneğin batı toplumlarında, özellikle Amerika ve Avrupa’da, her 8 kadından birinin bu hastalığa yakalandığı görülmektedir. Japonya’ya bakıldığında meme kanseri çok az görülmektedir. Bunun beslenme, çevresel faktörler ve kiloyla ilişkisi olduğu ön görülmektedir. Ayrıca genetik yapının da çok önemli rol oynadığı söylenebilir.
Memleketimizde ise 8 kadında 1 gibi bir sıklıkta görüldüğünü söyleyemeyiz, ama Türkiye’nin doğusuna gittikçe hastalık seyrek görülse de maalesef daha ileri evrede yakalanmaktadır. Ülkenin batısında ise daha erken tanı konabilmektedir.
İlginç olarak, Amerika’ya göç etmiş Japon ırkına mensup kişilerin beslenme, stres ve çevresel faktörler nedeniyle meme kanserine yakalanma oranları artmaktadır.
Diğer araştırmaya göre Aşkenazi Yahudileri’nde de meme kanseri oldukça sık görülmektedir. Sonuç olarak, bunun ırk, genler, çevresel faktörler ve beslenme biçimleri ile ilgisi olduğu söylenebilir.
Meme kanseri belirtileri dendiğinde akla gelen ilk şey memede bir sertlik olmasıdır. Bazen de meme cildinde bir kızarıklık olması, meme ucunda bir akıntı olması, memede ya da koltuk altında bir sertlik olması majör belirtilerdir. Ancak, bazen hiçbir belirti vermeyip sinsi olabilir. Hastanın hiç bir şikayeti yokken, özellikle 35-40 yaşından sonra, düzenli olarak özellikle meme ile uğraşan bir meme cerrahına gidilmesinde yarar vardır.
Kişide şikayet olmayıp, muayenede de bir şey bulunmadığı halde, filmde şüpheli bir şey bulunabilir. Bu durumda hastalığın çok erken farkına varmak veya hastalığa yol açabilecek bir olayı tanımak ve önüne geçmek mümkün olabilmektedir.
Sonuç olarak, meme kanseri hiçbir belirti vermeyebileceği gibi, sertlik, cilt değişiklikleri, koltuk altındaki değişiklikler, meme başındaki akıntı gibi bulgular, meme kanseri ihtimalini düşündürmelidir.
Meme kanserinin erken tanısının, hastanın geleceğini çok olumlu bir şekilde etkilediği bilinmektedir. Bu nedenle, Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği protokole göre 20-40 yaş arası, şikayet olmasa da üç yılda bir memeyle uğraşan bir cerraha gitmesi, 40 yaştan itibaren ise bunu senede bir yapması ve her ay da kadının kendisini düzenli bir şekilde muayene etmesi önerilmektedir.
Özellikle 40 yaştan itibaren, bazı görüşlere göre senede bir, bazılarına göre ise iki senede bir tarama mamografisi denen mamografi çekimi çok önemlidir. Bunlar düzenli olarak yapıldığı taktirde, hastalığı çok erken bir evrede hatta meme kanseri henüz gelişmemiş bir evrede yakalamak mümkün olmaktadır.
Meme kanserinde erken tanı çok önemlidir. Çünkü adı kanser olmasına rağmen meme kanserinde erken tanı konulursa, hem kişinin daha az tedavi yöntemiyle iyileştirilmesi hem de bu hastalıktan zarar görüp ileride bu hastalığın ağır sonuçlarıyla karşı karşıya kalmasının önlenmesi mümkündür.
Erken tanı yapıldığında hem daha az tedavi yapılmakta, herhangi bir yayılma söz konusu olmadığı için bir takım yan etkiler dışında şifa ile sonuçlanmaktadır. Bir başka deyişle erken tanı, kişinin geleceği için çok önemlidir. Ayrıca erken tanı konulduğunda yapılacak olan cerrahi, daha minimal ve daha sınırlı olacağı için, hastanın meme yapısının bozulmaması kozmetik bakımından da daha iyi sonuçların alınması mümkündür.
Daha hafif tedavi, daha iyi kozmetik sonuç ve daha iyi bir gelecek için erken tanı çok önemlidir.
Meme kanseri şüphesi olan bir kişinin başvurması gereken doktor, özellikle meme hastalıklarıyla uğraşan bir genel cerrah olmalıdır. Çünkü bu hekim, hastanın muayenesi, filmlerinin istenmesi, bunların yorumlanması daha sonra gerekirse biyopsi yapılması ve onkologla konuşması gibi işlemlerin tümünü yürütecektir.
Belli bir evreyi geçmediği sürece tedavi cerrahi ile başlar. Dolayısıyla meme kanseri şüphesi ya da meme kanseri olabilecek belirtileri olan kişilerin, özellikle meme hastalıklarıyla yoğun olarak uğraşan bir genel cerrahi uzmana gitmesinde yarar vardır.
Meme kanserinde tanı koyma bazen kişinin memede sertlik, meme cildindeki kızarıklık, meme ucunda akıntı, koltuk altında şişme gibi bir şikayetle hekime başvurmasıyla ya da hekime şikayeti olmadan gelen kişinin muayenesinde hekimin yukarıdaki bulguları görmesiyle konabilir.
Bunların dışında hekim, hastanın yaşı itibariyle, mamografi, ultrason, gerekirse MR görüntüleme yöntemleriyle, meme ve koltuk altını incelediğinde tanı koyabilir.
Bir sonraki aşama ise biyopsi yapılmasıdır. Mümkünse ince iğne veya kalın iğne ile biyopsi yapılması, keserek biyopsi yapılmaması önerilmektedir. Keserek biyopsi yapılan bazı özel durumlar da olabilir, ancak mümkün olduğu kadar iğne ile biyopsi tercih edilmelidir.
Sonuç olarak tanı;
Meme kanserinde öncelikle kadın olmak bir risktir. Kadınlarda meme kanseri, erkeklere göre 100 kat daha fazla görülür. Bunun dışında ileri yaş, menopoz sonrası dönemde olmak da meme kanseri için risk oluşturmaktadır. Ama risklerden en önemlisi kişinin aile içerisinde, birinci derece yakınında meme kanseri olmasıdır. Ailesinde meme kanseri olan her kişide meme kanseri olur diye bir kural olmasa da, ailesel meme kanseri, meme kanserlerinde yaklaşık %10-15 neden oluşturmaktadır. Bu kanserlerin bir kısmı genlere bağlıdır.
Genlere bağlı olan kanserlerin, BRCA1, BRCA2 ve daha başka gen değişiklikleri (mutasyonları) nedeniyle olduğu bilinmektedir. Meme kanseri olan kişide bu testlerin yapılması daha sonraki kardeşleri ve nesli etkilemesi açısından çok önemlidir.
Ailesinde birinci derece yakınında genç yaşta meme kanseri olması, her iki memede kanseri olması ya da erkek meme kanseri olması meme kanseri riskini arttırmaktadır.
Bu nedenle; ailesinde meme kanseri olan kişinin gen testlerinin yaptırması önemlidir. Kişide genetik bir bozukluk, mutasyon saptanırsa, meme kanserine yakalanmamış diğer aile üyelerinin de bu testi yaptırması gerekecektir. Tüm bu testler sonunda, hastalık engellenebilir, hastanın kanserden zarar görmemesi veya en az şekilde etkilenmesi sağlanabilir.
Memede ele gelmeyen kitleler, meme hastalıkları içerisinde ayrı bir konudur. Çünkü, kişi bir sertlikle, kitle ile hekime geldiğinde ya da hekim muayenesinde bir kitle görüp tetkikler yapıldığında, tedavi daha kolay olmaktadır. Ancak kişinin bir şikayeti olmayıp, hekim muayenesinde de herhangi bir şeye rastlanmadığı halde, çekilen mamografi, ultrasonografi gibi filmlerde şüpheli bir duruma rastlandığında farklı yaklaşımlar söz konusu olmaktadır. Çünkü bu kitleler ele gelmediği ve yeri tam olarak belirlenemediği için, yapılacak olan tanı ya da tedavi amaçlı girişim daha farklı olacaktır.
Daha önceki dönemlerde, tıbbi teknikler günümüzdeki kadar gelişmemişken, memede şüpheli bir bölge bulunduğunda, tahmini bir bölge çıkarılır ve bu şekilde tanı konabilirdi. Oysa birkaç sene sonra çekilen filmde aslında kanserli bölgenin çıkarılmadığı ya da yeterince iyi çıkarılmadığı durumlar olabiliyordu. Günümüzde ise çeşitli yöntemler ile işaretleme yapılarak, ilgili bölgenin neresi olduğunu anlamak ve çıkarılacak bölgeyi kesin olarak tespit etmek mümkündür.
Dolayısıyla, memede ele gelmeyen yapılar da önemlidir. Şöyle ki, çoğunlukla çok erken aşamadaki bir kanserin yakalanma olasılığı vardır. Memede ele gelmeyen bir lezyon saptandığında, bunun üzerine giderek bir kanseri ya da kansere dönüşme riski olan bir yapıyı çok erken bir evrede yakalayarak hastanın normal bir yaşam sürmesi sağlanması mümkündür.
Memede oluşan lezyonlara nasıl yaklaşıldığı düşünülürse, öncelikle kişi eline gelen bir sertlik, meme ucundan akıntı, meme cildinde bir kızarıklık, koltuk altında sertlik gibi bir şikayetle hekime gittiğinde ya da kendi kendini muayene etmeyip kontrol için bir hekime gittiğinde hekim tarafından bu bulgular belirlendiğinde tanı konabilir. Bunun dışında hastanın şikayeti olmayıp, hekim muayenesinde de herhangi bir şey rastlanmadığı halde, özellikle 40 yaş sonrası kontrol amaçlı çekilen filmlerde meme yapısında bir değişim, bir takım kalsiyum çökeltileri gibi yapılar görüldüğünde bunların araştırılması gereklidir. Bunların bir adım ötesi ise, biyopsi ile tanının konmasıdır.
Bir kitlenin iyi ya da kötü huylu olduğu, risk faktörleri, derecelendirilmesi, radyologlar tarafından bazı rakamlarla karakterize edilir. Günümüzde şüpheli bir oluşumda tanı için ince ya da kalın iğne biyopsisi tercih edilmektedir. İlk etapta açık cerrahi ile tanı konması, daha sonra yapılacak olan ameliyatı zorlaştırmaktadır. Bu nedenle mümkün olduğu kadar ince ya da kalın iğneyle biyopsi yapmakta yarar vardır.
Ancak bazen küçük bir oluşumun yeri tam belli değildir. Bu durumda, çeşitli yöntemlerle (telle işaretleme, vs…) memedeki hastalıklı bölge işaretlenir ve ameliyatta sadece bu bölge çıkarılır.
Özet olarak muayene, görüntü ve biyopsi, memedeki anormalliği tanımlayan yöntemlerdir.
Meme kanseri tanısında kullanılan görüntüleme yöntemleri;
Bugün için mamografinin meme hastalıklarının değerlendirilmesinde altın standarttır.
Mamografinin 30 – 35 yaşlarından önce çekilmesi önerilmez. Özellikle 40 yaştan itibaren yılda bir veya iki yılda bir düzenli mamografi önerilmektedir.
Daha genç yaşlarda ise ilk kullanılacak görüntüleme yöntemi ultrasondur. Ultrasonla tanı konulabilmektedir.
Ayrıca, riskli gruplarda, genç hastalarda, MR kullanılması mümkündür.
Mamografinin ultrasonla desteklenmesi, daha iyi sonuç alınmasını sağlamaktadır.
Meme kanserinde tanı, hastanın şikayetleri, fizik muayene bulguları, görüntüleme yöntemleriyle elde ettiklerimiz ve biyopsiyle konmaktadır. Biyopside de en sık kullanılan, ince ya da kalın iğne biyopsisidir.
İnce iğne aspirasyon biyopsisi, dokudan hücre alınması ve bununla tanıya gidilmesi yöntemidir. Enjektör memeye saplanmakta ve negatif basınç uygulanarak belli miktarda hücre çekilmektedir. Bu hücreler, lam denilen cama püskürtülür, özel boyalar ile boyanır ve mikroskop altında incelenir. Tümöre ait yapılar görüldüğünde tanı konmaktadır.
Meme kanseri tanısında kalın iğne biyopsisi, ince iğne aspirasyon biyopsisinden farklı ve daha etkili bir yöntemdir. Kalın iğne biyopsisinde kullanılan özel bir alet vardır. Bu alet memeye bastırılmakta ve düğmesine basıldığında bir doku numunesi almaktadır. Dolayısıyla, ince iğne aspirasyon biyopsisinde hücre örneği alınırken, kalın iğne biyopsisinde doku örneği alınmış olur.
Doku örneği alındığında, tanıyı koymak ve tümöre ait bazı özellikleri saptamak daha kolay olmaktadır.
Bugün için, meme kanserinde en doğru tanının, kalın iğne biyopsisiyle konulduğunu söylemek yanlış olmaz.
Meme kanserinde evreleme, uluslararası TNM sistemiyle yapılır. Burada T tümörün çapını, N lenf bezi tutulumunu, M metastazı ifade eder. Buna göre, evre 1, evre 2, evre 3 ve evre 4’ten söz etmek mümkündür. Tabi ki, hastalığın evresi ne kadar erken ise tedavisi de o kadar kolay ve sonuçlar da o kadar iyi olmaktadır.
Erken evre meme kanserlerinde daha az tedavi ile hastada en iyi sonuçlar alınmakta ve neredeyse normal yaşantısını sürdürme şansı yakalanabilmektedir. Erken evrede uygulanan sınırlı cerrahi yöntemleri ile memenin dış görüntüsünün, kozmetik durumunun daha iyi olması da sağlanmaktadır.
Eskiden, memede kanser görüldüğünde, memenin tamamı alınırken, yeni bilgiler ve değişen cerrahi konsepti ile, özellikle erken evre hastalarda, memenin tamamını almaya gerek yoktur. Tümör bölgesinin sınırlı bir şekilde alınması, hastanın sağlığına kavuşması için yeterli olmaktadır. Bu şekilde memenin doğal görünümü korunabilmektedir.
Meme kanseri cerrahisinde koltuk altı bölgesi çok önemlidir. Koltuk altında yapılan özel testlerle, kanser sıçraması olup olmadığı ameliyat sırasında değerlendirilmekte ve birçok yan etkisi olan koltuk altının komple boşaltılması işleminden kaçınılabilmektedir.